Epeydir
içinden değil ama yanından geçmeyi istediğim bir şiir var. Aylardır dönüp
duruyor aklımda. Lakin cesaretimi hiç toplayamadım. Zor imiş
şiirin yanından geçmek bile desem “öyle “dersin değil mi sevgili Eko?
Kürek
Sesi...İsmet Özel’in daha yenilerde haberdar olduğum şiiri. Şiir üzerinden
halleşenler gizliden bilir neyden haberdar edeceklerini. Tuhaf bir bilgi. Bir
dostum tam da içinde bulunduğum durumu tarife çalışırken, mevzunun etrafında
kıvranırken söyleyivermişti. Aslında herkes kendini açıklıyordu ya da ortak bir
alana giriyorduk, ortak bir sesi çağırıyorduk , bilemiyorum... Tek bildiğim;
"tanrı seslenmiş olamaz
kuşlar gelmiş olamaz
ben olmuş olamam
bu çok fazla”
ben olmuş olamam
bu çok fazla”
Kürek
deyince; dedem, değişik ebatlarda kürekler ve kırmızı bir toprak aklıma
geliyor. Zihnim en zararsıza uğrayarak , “fazla”yı uzaklaştırma gayretine
düşüyor olmalı. Sonra küreğin toprağa dalış seslerinden oluşan bir müzik
başlıyor. Küreğin yumuşak toprağa kayarkenki uysallığı...Kurumuş, katılaşmış toprağa
karşı ise iniltilerle, toprağı yırtarak girişi... Sevgili Eko, çocukluğun bitip
tükenmez bir hazine oluşunun sırrı korktuğumuz şeyleri oraya kaçırabilmemiz
olabilir mi? Yoksa her şey çok fazla. Bu fazlaya karşı ne çok şeyden
bahsedebiliriz. Ne çoktur fazlanın hikâyeleri. İnsana dokununca çıkan nedir?
Dokununca derinlere kaçırılan, bir sır gibi saklanan nedir? Fazla hemen
söylenir mi, ya da fazlayı kendi dahi bilir mi her zaman.
İşte artık şiir, benim yollarımda yürümeye
başladığında zihnimdeki görüntüler dedemden uzaklaşıp bir insan kalbine toprağa
girer gibi giriyor. Beraberce söylüyor gibiyiz şimdi, bir duvarın dibine çöküp,
kanımızı emmeyi görev edinmişlerin seslerine kulağımızı kapatıp;
"Kana kan dişlere diş saç saça başa başTozutmadan ağdalandırarak
Bu çok fazla.
Herk edilmişliğin de tebessüme yer açan bir fasıla verdiğini
biliriz
Bu çok fazla"
kunala
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder