02 Kasım 2012

TANRIM BİZE BİR SALINCAK



Bazen hiç konuşmak istemiyor insan. Şöyle susup eğilsin bir köşede –denizde kocaman bir dalganın geçmesini bekler gibi- gök mü zaman mı neyse o, geçip gitsin başının üzerinden ; yani geçecek olan neyse, geçsin istiyor. Bugünlerde ben öyle hissediyorum en azından, “durulmaz suların durgunluğu”na uzatıp ayaklarımı durmak - çok gelişmiş psikolojinin diyeceği birşey vardır muhakkak buna, ama ne yalan söyleyeyim pek umrumda değil bu. Bir durum şiiri bulmalı kesiksiz. Edip Cansever’in “Salıncak” isimli şiirinin “durmak “için iyi bir seçim olduğunu düşünüyorum. Durgunluğu azaltmaya Tanrım bize bir salıncak...Ama önce, Kunala sallansın bu upuzun şiir boyunca göğün en dikey tanımında -bu yazı en çok O’na. Durgunluğu bir parça azalırsa, gökten bir parça da bize kalır,yeter bir parça...

“Büyük bir oda. Bahçeye açılan bir pencere
Ortada bir masa
Yanda bir kapı
Daha birkaç şey: Örneğin bir yunus balığı camdan, bir heykel
Sabah. Duvarda gün tanrıları
Rezneler, sedef otları, küpe çiçekleri görünür pencereden
Görünür ama görünmez
Yani hiçbir şey yerinde değil pek. Bugün ne?

Salı! O bile yerinde değil
Bir bardak, bir sürahi yerinden edilmiştir, nereye koysak
Nereye?
Bilmem!
Bir çıkrık bir zaman dışını kolaçan eder şöyle
İyi. Biz buna bir durumun sınırsız gelişimi diyoruz
Diyoruz; sanki o her şey kadar bir her şeyi getirir, yığar”*


Ya demesek ne olur. İyi demesek. Bir durumun sınırsız gelişimi demesek. Tüm durgunluğuyla üzerimize gelip yığılan bir günü- hadi ona Salı diyelim- yığılmaktan, sürekli kendine dönen bu kapanmayı kapanmaktan kurtarabilir miyiz... Takvim yapraklarını aynı ritimle koparmaktan. Ya koparmasak yani dursak. Bu da nereden bakarsak bir kendine yığılmadır. Kör nokta. Bakalım şiir nasıl bir yönü seçiyor

"Çıkrık
Bir su gürültüsü, bir pul koleksiyonu, bir duanın yaratılışı duyulur bu ara
Duyulmaz ama duyulur
Başlar çünkü onlar da; yani pul, su gürültüsü, dua
Başlar bir insan gibi; süreyi, düzeni ölümü taşımaya

Sabah. Duvarda gün tanrıları
Birinin süresiz terlik giyeceği tutmuştur yukarı katta
Aşağıda
İskemle gıcırtısı, ayak
Tütün kokusu, koku
Yaz kelebeği tadında bir soluma
Yer değiştirme, kımıltı
Tekrar soluma
Kadın
Sessizlik."*


Kadın, sonra sessizlik; büsbüyük bir kör nokta. Kımıldamaz gibi kımıldanmalar sonunda, durgun tükenmiş bir nokta. Zaman da ilerliyor, duyuyor musunuz saatin döngüsel hareketini- nasıl bir haz bu, tekrar tekrar tekrar. Belki bir insan gibi;süreyi, düzeni, ölümü taşıyan o tekrar

"Gün ışır iyiden iyiye, odanın orta yerinde bir kayalık
Sarı bir kertenkele... onunla her şey bir iki sıçrar, durur
Başkaldırır, düşer
Bir çorak bağırışı, bir taşın ikiye bölünmesi işitilir. Sonra?
Bir su arayışı, bir bozgun... Biz buna benzer her şey diyoruz, her şey her şey
her şey"*


Gün ışıdı , peki odadaki kayalık niye. Sert, katı, yığılmış, ölü gibi durgun herşey işte; donup kalmış. Titrek çelimsiz bir iki sekme, hiç birşeye evrilmez bir iki çaba. Sonra katı bir bölünme, susuzluk, bozgun. Duyulan şey taşın ikiye bölünmesi. Ne ağır bir ses

"Çünkü o, kadın
Uzanır, sağar bir yokluğun içinden
Gene bir yokluğu sağlar, üşenmez
Bir gül çukuru tersine döner, bir alev kıyısı doğurganlaşır
Çıkar boş kıyılardan katılaşmış akşamüstleri"*

“boş kıyılardan çıkan katılaşmış akşamüstleri” akdenizden biliyorum ben bunu. Bir masanın; masa gibi değil, bir ağaç ölüsü gibi uzadığı balkonlardan biliyorum...Ha düştü ha düşecek gibi duran balkonlardan...Kunala da bilir bunu- akşamüstlerinin katılığının, bir insanı boğabilecek dalga boyu yüksekliğini bilir. Bir yokluğun içinden sağıp, bir yokluğu üşenmeden sağlayan bir kadın; kendi yokluğunu bulmuş bir kadın, varlığını da bulmayı bilse-bu çok mu olur?

"Böler o bakışları bir sarkaç gibi binlere
Ama bir zaman gibi değil, bir sarkaç gibi böler
Yani olanlar olmuştur bir kere
Bir kartal donakalmıştır sıcaktan. Bir U sesi duyulur
Yaratılmaya uygun bir ses, U
Uzağa bakar kartal. O kadar bakar ki, bakmaz
Taş kesilmiştir taş, boynu ileri düşmüştür
Tanrım bize bir salıncak!
Çok çabuk geçmek için şu olup bitenleri
Bir daha, bir daha, bir daha
Unutmak unutmak unutmak
Tanrım!
Taş kesilmemek için taş
Bunu evrenin sonsuzluğu diye yorumlar varlığı olmayan bir söz"*


Olanlar olmuştur bir kere. Bir U sesi,uğultulu bir gerilim sesi.Tarkowski filmlerinde insanın içini oyar gibi akan müzikleri çağrıştırıyor bu. Şiirin bütününde duyuluyor; o sıkıntının, donuk durgunluğun sesi. Ses açısından da içinde uzun uzun durulabilecek bir şiir bu...”taş kesilmemek için taş” bir salıncakla kıpırdayalım,bir dalgalanma olsun; işte insan böyle. Durgunluğu taşıyamıyor, durgunluk taşıyor insandan, insan taşmak istiyor. Oysa taşlar öyle mi, donuk mat, ürpermeden ne güzel taşıyorlar durgunluğu, ne güzel duruyorlar

"Kadınsa kımıldamak ister, olmaz
Yer değiştirmek ister, olmaz
Solumak birdenbire
Gene olmaz
Olacak bir şey boşuna aranır, boşuna boşuna boşuna
Bir kaya daha çatlar
Başlar ufacık taşlar yuvarlanmaya
Eser bir silinti, bir sisin dağılışındaki öz
Çıkar o yunus balığı, o heykel
Yaz kelebeği, kapı
Sonra?"*


Kımıldayamaz,yer değiştiremez...Burada doyma noktasına ulaşmış bir sıkıntı var. Çatlamış, ufalanıp saçılmış. Bir gün bitti, bir teker yuvarlanır gibi. Yeni bir sabah.

"Sonra ne? Sabah! İyi bir gün başlar ne de olsa
Tepeden tırnağa beyazlar giyinmiştir kadın
Ne var ki bir kadın gibi değil, bir aşk, bir umut gibi değil
Bir aralık gibi durur dünyada
İşte bir soru!
Okurken elinde tuttuğu; okumaz, gene elinde tuttuğu
"Önce hep gece vardı" diyen bir kitapla
Biz buna bir sorunun sınırsız gerilimi diyoruz
Diyoruz; çünkü o kadın
Ne yapsa, neye uygulansa
Bir aralıktır şimdi dünyada
Bir aralık, bir aralık!"*


Dünyada bir aralık olmak. Edip Cansever bir çok şairin uzanamadığı biryere uzanmış burada. Bir kadın bilincini pürüzsüz  görebiliyoruz. Şairin bakışıyla karışmış da olabilir burası. Yani o kadın aralık gibiyse,varlığı gerekli bir şey olmaktan çıkmıştır-olsada olur olmasa da olur gibi duruyordur. Önce hep gece vardı; çünkü önce kadın aşk gibi duruyordu,kadın gibi duruyordu. Şimdi yok gibi duruyor. Tepeden tırnağa beyaz giyinmiş; kabuğu, imgesi duruyor, içerik kaybolmuş. Şair böyle görmüş olabilir ki bu kadarsa, E.Cansever pek bir yere uzanmamış olur .Bir de kadın açısından-dünyada bir aralık gibi durmanın neyi karşıladığına bakmak lazım.. Usandıran tekdüzelik içinde,bir alışkanlığı, durmadan katılaşan bir sıkışmayı nereden taşırabilir? Olsa da yok gibi durur; çünkü yokluğu sağıp yokluğu sağlayan o kadın, artık kendine bile uygulanamaz bir parçadır.

"Yıllanmış ağaç kabuklarında bir yara
Bir geçit, bir su akıntısı, bir bıçak izi
Ve batık gemilerden şimdiye arta kalan
Bir batışın korkunç, ama hiç bitmeyecek izlenimi
Tanrım ona bir salıncak!
Bir gidip bir geliversin diye boşlukta
Umutla, erinçle, tutkuyla
Kendine kendine kendine katlanarak
Hani görmeden daha, bilmeden darıldığı kendine
Tanrım
Ona bir salıncak!"*


Bir ürperti, bir parça, bir zaman lekesi gibi kalmak. Kıymık gibi batmak varlığa. Gereksiz,sebepsiz bir aralık gibi kalmak. Bu dehşetten sağ çıksın diye; ona bir salıncak. Kendi boşluğunu bir sallansın-sımsıkı tutsun kendini. Düşmesin. O parça, katlana katlana bütününe ulaşsın, kendi varlığına dokunsun.

"Tam burda
Gözlüklü, kış akşamları yüzlü bir bahçıvan
Sorar o sokak kedisinin dilindeki hızla
Sorar o çiçekleri -bir çiçek olmayan yalnız- sorar sorar sorar
Nereye kadar bilinmez
Hani bir sormasa... korkunç!

Hani bir çalgıcı vardı, başını çalgısına koymasa uyuyamaz
Sonra?
Sonra ne? İşte bir çamur gibi sıvanmış odaya
Karanlık bir kilisenin
İhtiyar zangoçunun ağzıyla
Günaydın!
İyi bir gün başlar ne de olsa"*


Burada bir aralık var; başkalarını görüyoruz. Bir çiçeği, bir çiçekten daha fazla oluşuyla gören bir bahçivan, çalgısına başını koymazsa uyuyamayan bir çalgıcı...Belki görüntüden taşan bir görünmez çizgi, hayatı yaşanmadığıyla da dolduran bir anlam var. Belki bir şair var; şiirinden taşan herşeyi tutmaya çalışan...

"İyi bir gün başlar. Dünyadayız artık. Dünya!
Şu tatlı pencereniz. Sizin. Bunu anlamayacak ne var? Pencere
Tanıklık ediyor işte. Gün mavisi bir şey. Tanıklık ediyor
Pek açık değil. Değil de... Size. Tanıklık ediyor bir de
Bunu evrenin sonsuzluğu diye yanıtlar varlığı olmayan bir söz
Yok canım! kimsenin bir şey dediği yok, söylenmiş bazı sözler yaşıyor, o kadar
İşte
Yaşamış bir kadın yaşıyor orada
Yitmek, hani durmadan yitmek, ulaşmak bir aşkınlığa
Var ya"*


Birgün başlar ne de olsa “dünyadayız artık,dünya". Burada şöyle bir his kaplıyor insanı; buraya kadar bir salıncakta sallandık. Tüm durağanlığın üzerinde, onu izleyerek. Salıncaktan indik sonra; durgun bir nokta olarak, bu katı resme dahiliz. Kendimize değdik. Bir nesne olduk, görülen bir nesne. Biraz sitem ve ironi de var burada. Sadece dışarda olanın, belirgin çizginin, daralmış somutluğun, söylenmiş sözlerin görüldüğü bir pencere çünkü bu. “yaşamış bir kadın yaşıyor” onu yaşadı mı sayıyorsun der gibi...Sadece daralmak, bir boşluğa doğru azalarak yitmek bu, diyor. ...Bir çizginin süresiz çekilişi içine yani görünmemek.... Ya da bir Giacometti yapıtı gibi; en daralmış hale sığmak, ip ince. İşte bunu; bir kadının yaşadığından-belki yaşamadığından dersek daha uygun olur- taşması olarak okuyabiliriz. Çizgi dışı.

"Orada
Tek imge kayalardır, işte orada
Yaşar hiç konuşmadıklarınız, işte orada
Dışa vurmadıklarınız, şimdi orada
Her şey hep kayalardır; otlar da böcekler de, sular da
Günler de, zamanlar da
-Görünen bir zamandır çünkü orada-
Bir el yana düşmemiş, kaldı ki birden havada
Değilse bir hareket bu, yalnız orada
Orada
Bir ayak boyu yerde, bir kadın
Bırakılmış gibi yıllarca
Tanrım ona bir salıncak!
Taş kesilmesin diye taş
Donakalmasın diye boşlukta"*


Yaşanan tek şey; görüntü oluşturabilen bu katılaşmadır. Dişlerinizin arasına kıstırdığınız konuşamadıklarınız, durdukça donuklaşan bir taş gibi her yutkunuşta içinize doğru yuvarlanır. Yapamadıklarınız, yaşayamadıklarınız dura dura sel olmuyor erenler-sel olsa iyi- taş oluyor. Görünen tek şeyse; zaman...Geçiyor...Şiirin bu kısmı çok trajik; “bir ayak boyu yerde, bir kadın/ bırakılmış gibi yıllarca” Burada neler geliyor aklımıza: bu ayak boyu, bir kadını eziyor mu; bu ayak boyu, hiçbiryere gidemeyen ayakları mı bir kadının ya da bir ayak boyu yerde –daracık bir yer- bırakılmış mı bu kadın yıllarca...Bir ayak yürür oysa...Bu ayak sadece yerde

"Hani o balıkçılla yarışan çaylağa
Kırpışan gözleriyle bakan gemici
Gibi
Baksın o da görmeden
Ne çıkar ustaymış, erginmiş uzağı görmekte gözleri.

Tanrım size bir salıncak!"*

Uzağı görmekte ustaysa da gözleri – tüm bunları görmeden baksın, yaşamadıklarını görmeden baksın, taşlaşan bu azlığı, etin bedenden lime lime sökülüşünü duymadan yaşadığını sansın...Tanrı katına yükseldi durgunluk. Aşkınlaştı. Sıkıntı, tanrı için bile sallanma duygusu oluşturmalı, bir kıpırdanma hali olmalı. Artık bişeyler olmalı gibi bir bitiş. Ama şair tanrıyı bir yokluk olarak düşünüyorsa; ki yokluğu da çok büyüktür tanrının, olmayan bu salıncak, en çok onun büyük yokluğuna gerekli gibi bir sona da varmış olabilir pekala. Tanrı bir salıncağa gereksinmesi olsa onu oluşturabilecek yetkinliğe haiz. Oysa bizim bir salıncak için “Tanrım, bize bir salıncak” dememiz şart. İpleri sıkı tutmalı sallanırken yoksa insan boşluğuna çarpıyor. Kunala, yoksa sallanırken boşluğuna mı çarptın sen, bir kaç bulut kırılmış gibi gökten

*Edip Cansever-SALINCAK
Görsel Sami Baydar'ın bir çalışması

eko

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder