19 Mart 2013
"Kuşkusuz" Bir Hayriye Ünal Şiiri
Düşünceler de çakıl taşları gibi birbirine çarptığında gıcırtılı bir ses duyuyorsun. Kafamın içinde hep o gıcırtılı ses. Yerçekimini, kaldırıma düşen bozuk paraları, onların yuvarlanarak sessizliğe doğru... O sessizlik hiç olmadı ki... -gıcırtılı bir hevese dönüşüyor nesneler/her şeyin her şeyde bölünen uyumu- demiştim bir kez; benim saatim bazen zamanı göstermiyor. Eşikte olma hissi-sonsuz sonlu eşikte. Her şeyi ağırdan alarak şeytanını da yatıştırmayı bilmeli insan. Belki biraz incinirsin, biraz da canın acıyacak. Öyle soluk soluğa kaçar gibi nereye kadar...
'kuşkusuz gözlerimle git, muttaki gözlerimle'
“Hadi artık eylen biraz, oyalan ve kal
Burada silahlar boşaltıldı
Burada incelikli bir soğuk savaş
Başlamayacak
Garanti
Ama istersen
Holywood’da bir trajik, Petersburg’da bir mujik
yaka paça atılmışsa
Bir yer altı adamıysa çarpıştıkça küfrettiğimiz
Daha dikkatli olmalıyız
Proust okurken yatak odasında bir josefine
Musil’de berjere dayanmalıyız
Solgun ve muttaki görünenlere
Sonuna kadar, dayanmalıyız”*
Bu kez dikkatliyiz: “Kuşkusuz” Kaçmadan, bir adım geri atmadan -gotik bir kilisede durduğumuz kadar uyumsuzuz. Burada kimse kendi değil; bunda anlaşırsak, yürüyebiliriz. Şiirde özne kırım hareketi, kusursuz bir iç itilim, karın guruldama sesi bile atlanmadan -çünkü burası gotik bir kilise, hiç unutmadan. Ayrıntılar, renk hatları, vitraylar, freskler, mumlar ve tütsüler- parçalar, bunlar. İşte bir kadın diz çökmüş, mum yakan genç bir adam -dua eden yüzünde, orada hiç yürümeden dursan. İstersen mujik de istersen trajik -burada kural kesin- berjer yada josefin olmayacak.
“Bir deniz kadar canlıdır kıpır kıpır kalbi
Bütün okyanusların bildiği bir sır
Eğil “vereceğim” de “herkesin bilmediği”
kimsenin görmediği bir cürmü, söyle
burada ağır basıyorsa kefe
burada sırrın faş olmuşsa kendinde bir taş
buluyorsan bakarken bir mazluma”*
O taş- bir heykelin aklı, ellerinde .Fırlattığın yerde bir gıcırtı doğuracak. Tek hamleyle ezmiştin kafatasını Zeus’un. “Başım çatlayacakmış gibi ağrıyor, artık dayanamıyorum. Alnıma, hızla keskin baltanı vur.” dendiğinde, korkma vur. –zafer çığlıkları atarak bir kız dans edecek yine aklının içinde- ilk değil belki son kez.
“mülteci yüreğim demezsin gevşemiş imgeleminle
mültecinin rezilliğini bilirsen
Zehra ağlarken elleri ellerinde kömürleşmiş kocası
grizu diye bir gerçeğimiz de vardı
sayısız gerçek bulabilirim sayısız korku
sayısız itiraf bulabilirim sahte kefaretler ödemek için
tanrının eli deriz buna
fonetik açıdan kusursuz bir tını"*
Mazeret bulunacak. Ölü bile olsan, bir parçan yeterince ölmemiş. Hala seğiriyor damar; birinin dudakları arasına sıkışmış “ama, diyor, neden”. Birisi için “henüz erken”, diğerleri için kafi sebep toplanmış; ölmelisin vakit varken. Ezilecek bir kafatasına, iğrenilecek bir leşe dönüşmeden. Sıradaki lütfen...dendiğinde arkana bakmadan, tereddütsüz, sensin işte, sıra sende.
“bulabiliriz ölüm hakkında bir koleksiyon
yapabiliriz sıfır sıfıra eşittir bu doğrudur
ama bu doğruyla bir yere gidemeyiz
herkes için striptiz
biri için tapınma
otizm de bir makine olmaktır
bu sırayla yazınca”*
Bundan eminsin artık. Hiç kimse hiç bir şey yapmamıştır, en azından bir kere. Olmakta olanın oluşundaki tekrar- o eriyik haz, tanımla ve at. Kusursuz bir matematik: yok zaten. Yok sayılar içinden, hiç yoktur denir. Yoksa, birlikte ölebiliriz. Hep o gıcırtılar.
“cool anılara dönüşmesin diye uğraştığımız didindiğimiz
geçmişin felaketi
felaketin üstüne titrediğimiz -yeryüzü mü konuşan-
doğsun diye doğsun doğ doğ –tam burada işte diyemediğim şey
her şey yolunda mı, değil
niçin susmuyor mezarlıkta bir kemik
niçin ısrarla aynı tutkularla çalkalanarak
first class bir mezarda –bu benim, şehit gibi kefensiz
gözü açık gittiğimden değil ne açım ne tok
ne ders almış ne şehvetsiz
bence bir kez olsun birbirimizi
yeniden o sabah sevişmesi
nonlineer denklemler bunda da etkili
sonuç değişebilir, küçük kızlar ağlarken gülebilir
bence son kez olsun birbirimizi
mandelbrot, euclid’i herkesten çok sevmişti”*
Sevebiliriz; limit artı sonsuza yaklaşırken kulağımı kalbine dayadım: kaç olabilir? Artçı sarsılmalarıyla: bence son kez olsun birbirimizi- kalp dediğin kaç atar...Hiç durmasın istiyorsun değil mi- durmasın, lütfen durmasın o gıcırtıları bastıran vuruşlar.
“burada önce sessizliği sağlayalım
…………………………………..”*
O sessizlik hiç sağlanmadı ki. Metal parçalarını dişiyle söken bir adam, durmadan köpek resimleri çizen bir kadın, karlar üstünde ezilmiş bir kafatası ya da bir iskelet çırılçıplak gezebilen- neden mi? Çünkü “mandelbrot, euclid’i herkesten çok sevmişti”*
“.………………………………….
kelimeler ağırlaşsın ve Amerikalı polis kararlı bir şekilde:
- sonra hepimiz eve gidebiliriz!”*
“- sonra hepimiz eve gidebiliriz!” tek kurşunu kendine sıkmak gibi... İp kopar, boncuklar dağılır... Ama güvenlik sağlandı. Dağıldı kalabalık... Hayriye Ünal şiiri, biraz böyle. Eşyanın içinde, kelimenin ortasında uyumsuz, tedirgin ve kendine bile vurabilecek kadar tekinsiz hissedersin kendini. “....sen de pisliğin tekisin biraz kansız ve serseri/olabilirsin....” İşlevin ne, nesin sen, bu şiire hangi sebeple geldin? Özne misin-komik bu? Nesneysen; ne bu yaşadığın gerilim, neyin peşindesin... Bazı organların bir yerlerde kaybolmuş da arar gibisin- böbreğine baksana ,yerinde mi? Böbreğin var mıydı senin? Sana ait bir şey var kesin: açık bir yarayı bıçakla eşeleme anı, o gıcırtı.
Sesin kendi yatağını yadırgamaması ilginç. Kırılmayı, kopmayı, bağlamını yitirmiş metallerin iğretiliğini değil; pürüzsüz bir uyumu duyurması. Sonra o itilim; dili zamanda iki yöne doğru iten güç, şiirde. Genellikle zamanı, tek yöne itmeyi seçer şairler, tercih olmayabilir de. Hayriye Ünal şiirinde, dil iki yöne doğru itilirken oluşan yüksek gerilim, şiirin seçicilik hakkını kendinde saklı tuttuğunu gösterir. Şiir kolaylıkla yakını olmaz okurun, yakınlığı kurmaya bedel ister: eşyadaki diş izlerini, kelimelerdeki bıçak izlerini, ölülerin çelimsiz lehçelerini, sayıklayan kızları,kurbanların üzerinde henüz kurumamış kan kokularını, yani; tüm delilleri. Toplandığında, eğrileri yürünmüş bir sokak gibi bir yere çıksın değildir derdi. Yürüme anını, sendelemeyi, -düştün çok kez, bunu da söyle- çukurdaki lezzeti. Tümseğin, yükselmenin ayartan hevesini, tapılası güç kelimesini-kaç kez söyledin, tesbih çeker gibi, söyle bunu da.- Geri de dönebilirsin. Yoldan çıkmış bile olabilir bir kaç yöne doğru ayakların, bu bahsi şiir yargıçlarına bırakalım , Baudrillard haklı çünkü, kendimizi gıdıklayınca gülemeyiz. Şiir böyle bir şey hayat gibi. Bir gotik yazılım: her şey olabilir bir gün ya da herkes kendini çarmıha gerebilir, tek tuşla; DELETE. İşte oldu ve bitti...KUŞKUSUZ
*Hayriye Ünal'ın Kuşkusuz isimli şiiri.
eko
Etiketler:şiir edebiyat
edebiyat,
Eşikteki Özgürlük,
Hayriye Ünal,
Kuşkusuz,
şiir
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder