03 Ekim 2012
KUŞLAR TRENLERLE GİTMESE...
"Uzun bir geçmişimiz var
Hiç yorulmadan
En azından bir kere
eğlenceli beşik
ha biz varız
ha biz maskeli balo"*
Uzun bir geçmişimiz var. İnsan sonsuz değil ama “insan” kelimesi sonsuz. Geriye doğru kocaman bir tarih, ileriye doğru sayısız ihtimal. Bazen Baltık ormanlarında yürürken düşünürüm bu şiiri. Sanırım insan nefes alıp verdiğini en yoğun hissettiği an- oksijenin yakar gibi ciğerlerinize serinliği boşalttığı an- o sınırı yokluyor. Var ve yok arasını. Ben ile başkası arasındaki o belli belirsiz telin üstünde, tam olarak korkunun üstünde. Hep şunu hissederim o an, taşıdığım ağırlığa uygun bir denge kurmak zorundayım. Herşeye, herkese eşit mesafede birşey olmalı ki kendim olarak tam orada, o belirsiz telin üzerinde yürüyebileyim. Ha deyince denge kurulmuyor ama, ayağım takılıyor bazen, arasıra taşa çarpıp sendeliyorum. Sonra bir kuşlar havalanıyor, görseniz... Tanrı tabiatın bir sayfasını çeviriyor gibi öyle donup kalıyorum. Denge işi de uçup gidiyor. Elimizde kalan maskeli balo yani. Başkasının başladığı yer belki de orası. Yanımdan patenleriyle kayıp gidenler, koşan insanlar geçmeye başlayınca anlıyorum; korku telinin artık yakınında değilim. Bizim oralarda böyle bir ilçe var değil mi Kunala? Ne güzel ismi varmış şimdi farkettim: Korkuteli. Muhtemelen “korkut eli”nden geliyor ama olsun kelimeler bazen alışıldık yerinden kırılmaz, kırılmasınlar. Portakalları ne meşhurdur oranın. Buradan bir şiir çıkar bence , ne dersin? Düşünce de görüntüye çarpınca dağılıyor böyle işte. Korku teli, portakal filan derken ormandan epey uzaklaştık. Zarifoğlu şiirinin tılsımı da burada gizli bence.Görüntüye çarpa çarpa düşünceyi dağıtır. Dağınıklığı olumsuzluk olarak kullanmıyorum burada. Çokluk da diyebiliriz. Eşyalar, nesneler, insanlar birbirinden bile isteye sökülmüş unsurlar gibidir sanki. Tam olarak nereden söküldükleri de kestirilemez. Kablolar karma karışık ve açıkta bırakılmıştır. Kablolar açıktaysa tehlike an meselesidir. Şiir de metafor kaçağı vardır çünkü, metafor da çarpar insanı. “Korku teli” demiştim ya; o; büyük bir gerilim hattıdır şiirde(hayatta da böyledir ya). Öyleyse tetikte ve uyanık olmak zorundayız. Bu zorunluluğu duymadığımız tek yer “ en azından bir kere eğlenceli olan beşiktir”.Aynı zamanda ölümcül tehlikenin başlangıcı olarak alırsak yaşamsal bir tehdidi de içerir bu. Kimin yüzüyle kalkacaksın beşikten. Şair iki kart tutar elinde,iki yol, iki anahtar: “ha biz varız, ha biz maskeli balo”
"Saygıya durup üstün bir gecede
Bir sır payı katlayıp
sade bir kahveden
Keyifsiz bir detayın hükmüyle
ha biz yokuz
ha biz seferde
Ya bu kez ölenleri görmeliysek
Ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle"*
Sade bir kahveden katlanan sır payının da kırk yıl hatrı olmalı değil mi- en azından kırk yıl olmalı. Sanırım hangi kartı seçtiğimize bağlı bu. “Ha biz varız” diyebildiysek sır payının hatrı sayıyla ölçülmez, “ha biz maskeli balo” ise kartımız; varlığın sırrından hiç payımız yoktur, yokuzdur. “sır payı” denge işidir sanırım,yaşama bilgisi işidir.
Yürürken sendelediğimiz, elimizi ayağımızı bir yerlere çarptığımız, kimi zaman çok kötü düştüğümüz, dilin de kalbinde sürçtüğü; ardımızda kalınca adı pişmanlık olan, hata olan, hiç olmasaydı olan, çok üzgünüm olan, özür dilerim olan, suç bende yok sende aslında bilmiyorum olan, aslında bilmiyorsun, bilmiyoruz olan sonra hep susan “saygıya durup üstün bir gecede” dünyayla insan ya da iki kalp arasından bir tren geçMELİyse. Gücünü zorunluluğundan alan bir tren gereklilik kipiyle geçmeliyse, “sen” zamiri de kuş kadar “çabuk ve kolay” uçuverdiyse cümleden “ölenleri bu kez görürüz”, kesin olarak görürüz. Zorunluluğu bir köşede bağlı tutalım bu kez. Bir kesinlik olarak; lirik bir iç kuvvettir tren şiirde. Bir ayrılık filan başlarsa oradan belki değil mutlaka bir tren geçer. Mutluluğu ikiye kalbi sonsuza filan böler. Sonra nereden bir tren geçse –içinden bile geçse sadece- kuşlar havalanır. Sonrası malum “ha biz yokuz/ ha biz seferde”
"Parka dolalım
Park bizi alır önce
Seyrimizden bir sabah kazanır
Eğri fakat daha çok eğrilmez bir şöförle
Sayısız rampaya katlanır
ya güneşten daha zengin
sofraya diz çökeriz
ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle
Oysa sergimize kuşlar gelir uzanır"*
Birdenbire tekrar o korku telinin üzerindeyiz işte; parkın, maskeli balonun, dünyanın içinde. Seyrinden bir sabah kazanılmış bir yüz, bir resim olarak sonsuzluğun içinde. Yürüyüşü izlenen bir resim karesi gibi duruyoruz. Bakan, gören biri var- iyi ki var. Tabiat sayfasını değiştirince kuşlar nasıl havalandıysa, trenleri aynı yerden hareket ettiren biri. Donup kalıyorsunuz .Nefes alıp verdiğinizi en yoğun hissettiğiniz an “görülüyor” olmanın önünde korkuyla, umutla,aşkla “güneşten daha zengin bir sofraya diz çökmek” hep eğilmek istiyorsunuz. Bu istek ki “eğrilmiş olsanız da” -hani bin hataya bin kez çarpmış sayılsanız da- “fakat daha çok eğrilemez” bir hal olup sayısız korku üzerine yürüme cesareti veriyor. Ama hayat aşk işi. Kurduğunuz cümleye tüm kuşlar konuverir de onlardan yalnız biri, bir trenle gitmeliyse, adı “sen”se; ne fayda, kuşların hepsi birden uçuverir...
*Sen Kuş Olur Gidersin Bir Trenle-A.Cahit Zarifoğlu
eko
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder